top of page
  • Yazarın fotoğrafıAçelya Küle

Örgüden Zırhlarımız

Çoğumuz, acılarla baş başa kaldığımızda kendimizi bu ıstıraptan kurtarmak adına zihnimizi farklı şeylerle oyalamaya çalışırız. Bazen acının sebep olduğu olay yada insanlara olumsuz yorumlarımızla birlikte, alkol vb. zararlı alışkanlıklara yönelim gösterip kendimize "hayatın güvenilmez olduğunu" telkin ederiz. Böylelikle hayata ve insanlara karşı daha olumsuz bir tutum sergileyerek ,görünmez duvarlarımızı tehditkar durumlara karşı daha da sağlamlaştırırız.

Aslında kendimizi ıstıraptan korumaya çalışarak, kendimize karşı sevecen olduğumuzu düşünüyoruzdur. Fakat gerçek şu ki, yüzleşemediğimiz ve kaçtığımız acı ve kederler sadece birikerek dışarıya karşı olan güvensizliğimizi tazeliyor. Zihnimizdeki "onlar" ve "ben" olarak algılanan kimlik bir kere daha onaylanıp, tümden ayrı olarak kendimizi daha da yalnızlaştırıyoruz.


Bu ayrı kimlik algısı, aynı zamanda yaşamdaki potansiyelimizi de kısıtlayarak; olgu, insan ve olaylara karşı bizi daha önyargılı olan bir tutuma sürüklüyor. Kurmuş olduğumuz bu görünmez duvarların içerisinde sadece en yakınımızdaki insanlara ihtimam göstererek ve yapabileceğimizin çok daha altındakileri umut ederek yaşıyoruz.

Tuhaftır ki, esasen kendimizi sıkıntıdan korumaya çalışırken ve kalıplarımızda yaşarken acı çekiyoruz. Oysa ki korunmak bir yana, canımızın yanacak olmasına rağmen kalbimizi açabilmek ve hayatla geldiği gibi akışta kalabilmek bizlere daha taze bir kimlik algısı getirebilir. Düşündüğümüzden fazlasını yapabilecek olmamız bize her anlamda yeni bir iç görü sağlar. Dolayısıyla tazelenen özgüvenle koşullara karşı yeni bir bakış açısı da getirmiş oluruz.



Aslında acı çekmemek için ördüğümüz duvarlar tuğlalardan değil çamurdan, giydiğimiz zırhlarsa çelikten değil örgüdendir. Hayatın her zaman belirsizlik içerdiğini hatırlarsak eğer, alınan tüm önlemler bir gün boşa çıkabilir fakat katılaştırmış olduğumuz önyargılarımız ve tutumumuz gerçektir. Ama yine de bizi bir şeyin tehdit ettiğini hissetmemek için elimizden geleni yapar adeta oluşumları yok sayarız. Hatta bazı zamanlar hayatlarının iyi olduğunu düşündüğümüz insanların resimlerine bakar, onlara imrenerek özünde çelikten zırhları olduğu ve hayatın her aşamasında mutlu oldukları yanılsamasına kapılırız. Oysa acı ve keder hayatın içinden ve evrensel, fakat acı kavramı ile ilgili görümüz sığ ve kabul edilemezdir.


Oysa ki acıya öz benliğimizi açabilir, sonucu beklenmedik olsa bile yaşanılanın içinde acıyla kalabiliriz . Böylece kendimizi korumaya alma şeklimiz de yumuşamaya başlar. Dolayısıyla zamanla fark ederiz ki; yaşama daha dramatize yaklaşmaktansa daha açık ve korkusuz bir yürekle kendimizi ifade edebilmek daha olgun ve gerçekçi bir tutum.

Şair Celalettin Rumi karanlıktan kaçmak yerine onu arayan gece yolcularını, kendi korkularını bilmek isteyenlerin yoldaşlığını yazar. Üstümüze aldığımız zırh ne olursa olsun, bu küçük bir iş görüşmesi ya da önyargının, öfkenin ve nefretin empoze ettiği bir an olabilir. Gece yolcuları olmayı kabul eden ve cesaretle acının iç yüzünü görebilenler aslında zihnindeki direnişi fark ederek, kendine şefkat duyabilme ışığını keşfederler.



Hayatta tatlı deneyimler olduğu kadar acı deneyimler de var. Tatlıdan zevk ve keyif alabiliyoruz, fakat acıyı ret ediyor ve onu yaşamamak adına tüm önlemleri alarak hayata karşı pasifleşiyoruz.


Zihinlerimizde acıya karşı gelişmiş olan tutumları tanıyarak şefkat gösteremiyoruz. Böylelikle yarım yaşıyor, hayatı yarım deneyimliyoruz. Artık bu yapıyı görerek ve ona ihtimam göstererek acı ve tatlıyı şefkatle kucaklamanın ve hayatın içinde tam bir deneyimle gelişmenin zamanı gelmedi mi ?


Farkındalıkla Kalın

Sevgiler Açelya

53 görüntüleme

Son Yazılar

Hepsini Gör

Neden abone olmalıyım?

Eğer sitemizi gezerken keyif alıyorsanız ve yeni paylaştığımız içeriklerden haberdar olmak istiyorsanız aşağıdaki abonelik formu bölümüne mail adresinizi yazıp gönder butonuna basabilirsiniz.

bottom of page