Hatırlıyorum da, ben on yaşındayken en iyi arkadaşım kabuslar görmeye başladı; Kocaman karanlık bir yapının içinde kötü canavarlar tarafından kovalanıyordu. Önüne bir kapı çıkıyor, onu açmaya çalışıyor ve daha kapıyı arkasından kapatır kapatmaz, hızla yaklaşan canavarlar tarafından açıldığını duyarak çığlık çığlığa uyanıyordu.
Bir gün arkadaşımla mutfağında oturmuş, kabuslarından konuşuyorduk. Ona bu canavarların neye benzediğini sorunca bilmediğini, çünkü onlardan hep kaçtığını söyledi. Ama onunla bu konu üzerinde konuşunca o da canavarları merak etmeye başlamıştı.
Acaba aralarında cadılara benzeyenler var mıydı ? Yoksa daha çok bir katili mi andırıyorlardı. Böylece, tekrar kabus gördüğünde, tam canavarlar peşine düştükleri anda koşmayı keserek dönüp baktı. Bu müthiş bir cesaret gerektirmişti. Sırtını duvara dayamış, kalbi küt küt atıyordu. Artık canavarların hepsi tam önünde duruyordu, fakat hiç biri yaklaşmadı. Beş taneydiler. Hepsi bir hayvana benziyordu. Biri gri bir ayıydı, fakat pençeleri yerine uzun kırmızı tırnakları vardı. Birinin dört gözü, bir diğerinin yanağında yara izi vardı. Arkadaşım, yakından bakınca bunların canavara değil de, daha çok çizgi romanlardaki iki boyutlu çizimlere benzetti. Sonra yavaş yavaş silinmeye başladılar. Bu kabuslarının sonuydu.
Gördüğü bu kabuslar aslında onun kendi yaratımı olan ve bilinç dışına itilmiş çeşitli duygu durumlarıydı. Aslında bizde çoğu zaman benzer yaratımlarda bulunuyor ve yine farkında olmadan bunları bilinç dışımıza itiyoruz. Ben bunlara kişisel canavarlar diyorum. Bunların bazıları kıskançlık, kendini kaptırma, öfke , yargılama vb. duygu durumları, çoğumuz bu durumlarla yüzleşemiyor , bilinç üzerinde görünen bu durumların öz benliğimizde ne ile ilgili olduğu ve nereden geldiklerini göremiyoruz. Dolayısıyla takındığımız maskeler rol yapmak, çarpıtmak ve yüzleşmemek olarak tavrımıza yansıyor.
Aslında bir iç görü büyüteci ile bu duygu durumlarına yaklaşabilsek , yargılama ve öfke gibi tepkilerin aslında zihnimize işlenmiş bir deneyim ve korunma içgüdüsü olduğunu görebiliriz. Bunlar bazen çocukluktan gelen, ailenin çevreye ve çocuklara göstermiş oldukları önyargılardan ve yine yakınların kontrolsüz öfke durumlarından gözlemlenerek öğrenilen ve sorgulanmadan hayata geçirilmiş olan tutumsal durumlar olabilir ( herkesin kişisel deneyimlerine göre farklılık gösterecektir.)
Birine anlayış gösteremediğimiz veya sebepsiz yere haddinden fazla öfkelendiğimizde , biraz durup bu durumla ilgili bir iç gözlem yapabilme yetisini kazanmanın hayatımızda fark yaratacağı kanısındayım. Aslında kalıplaşmış ve alışkanlığa dönüşmüş bu tepkiler ve zihinsel canavarlar çocukluktan beri bize işlenilen çok çaplı düşünsel kavramlardır. Bu duygu durumlarından bazılarını gözlemleyerek ve kopyalayarak ediniyor, bazılarını ise sürekli bize tekrarlanan sözlerden bilinç altına yerleştiriyoruz. Dolayısıyla bizim bile bilmediğimiz ama içimizde alev alev yanan öfke , önyargı ve kıskançlık durumlarına gebe kalıyoruz.
Ama bu canavarlara sonsuza kadar teslim olmak durumunda değiliz. İşte tam burada bilişsel farkındalık ve gözlem devreye giriyor. Örnek vermek gerekirse, bir kişi sürekli şekilde yetersiz hissetmekte olsun ; bu kişinin mesleki durumu gayet iyidir, iyi bir geliri ve ona değer veren sevdikleri vardır. Fakat ortada bir sebep yokken dahi bu kişi sürekli hayatta yetersiz olduğu ve hiçbir zamanda yeterince iyi olamayacağına dair inanç kalıplarının içerisinde sıkışıp kalmıştır. Durum böyleyken bahsettiğimiz bu insan huzursuz halinin farkına varıp " hayatımda gayet yeterli olduğum halde neden bu duygu benim peşimi bırakmıyor ? " sorusunu sorabilecek farkındalığa erişip bunu içsel olarak gözlemlemeye niyet ederse belki de fark edecektir ki, çocuklukta ailesinin ilgisinden mahrum kalmış veya yaptırımcı ve çocuğun başarısından tatmin olmayan bir aileden gelmiş olabilir. Bu da zaman içinde zihne "daha iyisini olmalısın "kodu yerleştirmiştir. Böylelikle bu kişinin yaptığı işler onu tatmin etmemekte ve yeteri kadar iyi olamadığı inancını oluşturmaktadır.
Peki bu farkındalık bize ne kazandıracak ? Biliyoruz ki hastalıkların kökenini teşhis etmeden uygun tedaviyi uygulayamıyoruz. Bizi rahat bırakmayan duygu durumlarının da özündeki kalıba inerek onu gözlemleyemezsek , onun üstesinden gelebilecek farkındalığımız olmayacak. Arkadaşımın kabuslarındaki canavarlarla yüzleşmesinde olduğu gibi, bizler de bizi hapseden ve içinden çıkamadığımız bu duygu durumlarının kökenine cesaretle bakabilmeliyiz ki onları iyileştirebilme yetisini kazanabilelim.
Tabi ki çocuklukta yaşanmış olan ağır travmatik vakalarda gözlem yapabilmek adına profesyonel desteğe ihtiyaç duyulabilir. Fakat daha hafif kalan ve genel kıskançlık, kin vb. duyguları gayette öz birikimlerimizde fark edebiliriz. Dolayısıyla gözlemlemeye dayalı niyet sayesinde, istenmeyen duygular vuku bulduğunda daha nötr kalarak bizi ele geçirmelerine ve büyümelerine olanak tanımamış oluruz.
Dolayısıyla fark ederiz ki aslında özümüzde sevgi barındıran canlılarız , bize aksettirilmiş ve farkında olmadan tutunulmuş bu olumsuz duygular özümüzün özdeşleştiği değil sadece egonun bağlanmış olduğu tutumlardır...
Farkındalıkla Kalın
Sevgiler Açelya
Comments