Çoğunlukla doğumun var olmayan şeyin varoluş kazanması ve ölümün de var olan şeyin var olmayı kesmesi olduğunu düşünürüz. Fakat hayata derinlemesine baktığımız zaman, doğum ve ölüm hakkındaki bu düşüncenin pek çok yönden hatalı olduğunu görürüz. Hiçbir fenomen hiçten var olmaz ve var olan hiçbir fenomen de bir "hiç" haline gelmez. Var olanlar hiç kesintisiz dönüşürler. Bulut ölmez; sadece yağmur haline gelir. Yağmur doğmaz; o sadece bulutun dönüşümü ve devamıdır. Yaprak ve ağaçlar, bir çift ayakkabı, neşe, üzüntü hepsi de bu doğmama ve ölmeme prensibine uyarlar. Ölümden sonra artık var olmadığımızı düşünmek 'nihilist görüş ' , ölümden sonra değişmeden var olabileceğimize dair görüş ise 'süreklilik görüşü' olarak adlandırılır.
Bu görüşler üzerinde durmayacağım çünkü burada bahsettiğim idea gerçekliğin, hem yok olmayı hem de sürekliliği aşması ile ilgilidir.
Doğu felsefecilere bize, bedenimizi oluşturmak için bir araya gelen unsurların doğasını görmemizi ve "öz" düşüncesini (bu ister sürekli yok edilemez bir öz olduğunu düşünmek olsun, ister öldükten sonra tam bir yok oluşa maruz kalan bir düşünce olsun ) aşmamız için bunları doğrudan doğruya incelemeyi öğretir. Öğretilerden biri var olan bilinç için şunları söyler;
Aydınlanmış insanı, sevgi , anlayış öğretilerini uyum ve farkındalık içinde yaşayan ve öğrenen, öğretmenlerin öğretilerini bilmekten ziyade idrak edebilen ve uygulayanlar bilirler ki; Bu beden benim ve ben bu bedenim, bu duygular benim ve ben bu duygularım, bu algı benim ve ben bu algıyım. Bu bilinç benim ve ben bu bilincim.(Yani bizim dışsal olarak gördüğümüz etkenlerin, bize nüfuz eden ve içselleşen birikimler olduğunu fark edebilmekten bahsediliyor.)
Doğu felsefesine göre "öz" diye adlandırdığımız şey haline gelebilmek için bir araya gelen beş unsur şekil(beden), duygular, algılar, zihinsel durumlar ve bilinçtir. Eğer bu unsurların esasına nüfuz ederek bakar ve bunların süreksiz ve bir birine bağlı doğalarını görürsek "öz" diye de adlandıracağımız bir varlığın aslında olmadığını görürüz. Bu beş unsur sürekli dönüşmektedir. Ne duygu ve düşünceler sürekli kalıcıdır ne de bedenimiz ebediyete kadar gençliğini koruyabilmektedir. Dolayısıyla değişmeden hiçlikten varoluşa ya da varoluştan hiçliğe giden bir unsur yoktur.
Duygular, düşünceler ve bedenden arınmış olan bir "ben" , ister gelişmekte olsun ister bozulmakta olsun süregelen içsel varlığı , zihinsel bilişle özdeşleştiremez. Biz bu hayatta bu beş unsura bağlıyız fakat bunlarla sınırlı değiliz. Eğer bu unsurlar gerçekten doğmaz ya da yok olmazsa, o zaman ölümün bize zulmetmesine gerek olmadığını anlarız. Bu iç görü ve şeylerin geçici ve bağlı doğasını hazmedebilmek, doğum ve ölümü aşmamızı sağlar.
Derinlemesine gözlem doğasını kavrayabilmemiz korku ve endişe duygularının bile kökünü kazımaya çalışmamızın anlamsızlığını niteler. Dünyanın oluşumundan ve insanların dünya üzerinde var olmasından bu yana mutluluk, hüzün , öfke vb. duygular hep vardı. Hiçbiri de gözle görülemeyen ama varlığını ve geçiciliğini bildiğimiz bir nesnellik düzeyindedir. Dolayısıyla tutunduğumuz ve geçmesini , ya da kalmasını umduğumuz her şey doğası gereği geçicidir fakat hiç bir zaman tamamen yok olmaz. Biz ölsek dahi bilinç , öfke ve mutluluk gibi soyut nesnellikler bu düzlemde kalmaya devam edecektir.
Süreksizliği ve "öz" diyerek tabir ettiğimiz biliş düzeyimizi kavrayabilir ve var oluşun doğası hakkındaki yanlış fikirlerin içine nüfuz edebilirsek , doğum ve ölümle pazarlık etmeye bir son verebiliriz.
Geçmişi düşünmeyin, gelecekten kaygılanmayın.
Geçmiş öldü, gelecek gelmedi.
Şimdiki zamanda olanlar, derinlemesine gözlemlenmelidir.
Bilge insanlar buna göre, istikrar ve özgürlük içinde yaşarlar.
Eğer bu insanların öğretileri uygulanırsa, neden korkulsun ki ölümden?
Fakat zihnimizi kaparsak farkındalığa ve öğrenmeye
Kaçınmanın yolu yoktur. Prangalarla bağlanılmış korkunun elinden..
Not: Örnekleme ve şiir "Thich Nhat Hanh- Yaşam Şimdiki andadır " kitabından alınmıştır
Farkındalıkla Kalın
Sevgiler Açelya
Comments